İNSANIN EVRİMİ SENARYODAN İBARETTİR
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç
farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne
oldu? Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri
diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi
göstermemektedirler. Stephen Jay Gould, Natural History, Cilt 85, 1976, s. 30.
Daha önceki bölümlerde, önce doğada canlıları evrimleştirecek hiçbir
mekanizma olmadığını inceledik, sonra da canlı türlerinin bir evrim
süreci sonucunda değil, bugünkü kusursuz yapılarıyla bir anda ortaya
çıktıklarını, yani ayrı ayrı yaratıldıklarını gördük. Bu durumda elbette
“insanın evrimi”nin de yaşanması asla mümkün olmayan bir hikaye olduğu
açıktır.
Peki, ama bu hikayenin evrimcilerce öne sürülen dayanağı nedir?
Bu dayanak, evrimcilerin üzerinde hayali yorumlar
yapabilecekleri fosillerin çokluğudur. Tarih boyunca 6000′den fazla
maymun türü yaşamıştır. Bunların çok büyük bir bölümü, nesli tükenerek
ortadan kaybolmuştur. Bugün yalnızca 120 kadar maymun türü yeryüzünde
yaşamaktadır. İşte, bu 6000 civarındaki nesli tükenmiş maymun türünün
fosilleri evrimciler için çok zengin bir malzeme kaynağı oluşturur.
Evrimciler, yok olmuş maymun türlerinden işlerine gelen
bir bölümünün kafataslarını ve kemiklerini küçükten büyüğe doğru dizmiş,
bu seriye nesli tükenmiş bazı insan ırklarına ait kafataslarını da
ekleyerek insanın evrimi senaryosunu yazmışlardır. Senaryo şöyledir:
“İnsanlar ve günümüz maymunları ortak atalara sahiptirler. Bu yaratıklar
zamanla evrimleşerek bir kısmı günümüz maymunlarını meydana getirmiş,
evrimin diğer bir kolunu izleyen bir başka grup da günümüz insanlarını
oluşturmuştur”.
Oysa, bütün paleontolojik, anatomik ve biyolojik
bulgular bize, evrimin bu iddiasının da diğerleri gibi geçersiz olduğunu
göstermektedir. İnsanla maymun arasında herhangi bir akrabalık olduğuna
dair hiçbir somut kanıt yoktur. Sahtekarlıklar, çarpıtmalar, göz
boyamalar, aldatıcı çizim ve hayali yorumlar dışında…
Fosil kayıtları bizlere, tarih boyunca insanların insan,
maymunların da maymun olarak kaldıklarını göstermektedir. Evrimcilerin
insanın atası olarak gösterdikleri fosillerin bir bölümü, aslında
günümüze çok yakın tarihlere -örneğin 10.000 sene öncesine- kadar
yaşamış ve kaybolmuş eski insan ırklarına aittir. Dahası, günümüzde
halen yaşamakta olan birçok insan topluluğu ise, evrimcilerin insanın
ataları gibi göstermeye çalıştıkları bu soyu tükenmiş insan ırklarıyla
aynı fiziksel görünüm ve özellikleri taşımaktadır.
Hepsinden önemlisi, maymunlar ve insanlar arasında sayısız anatomik farklılıklar bulunmaktadır ve bunların hiçbiri evrimle ortaya çıkabilecek türden değildir. “İki ayaklılık” da bunlardan bir tanesidir. İlerleyen kısımlarda daha ayrıntılı olarak ele alacağımız gibi, dik olarak iki ayak üzerinde yürüme sadece insana özgüdür ve insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerdendir.
Hepsinden önemlisi, maymunlar ve insanlar arasında sayısız anatomik farklılıklar bulunmaktadır ve bunların hiçbiri evrimle ortaya çıkabilecek türden değildir. “İki ayaklılık” da bunlardan bir tanesidir. İlerleyen kısımlarda daha ayrıntılı olarak ele alacağımız gibi, dik olarak iki ayak üzerinde yürüme sadece insana özgüdür ve insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerdendir.
İnsanın Hayali Soy Ağacı
Darwinist iddia, bugün yaşayan modern insanın maymunsu
birtakım yaratıklardan geldiğini varsayar. 4-5 milyon yıl önce başladığı
varsayılan bu süreçte, modern insan ile ataları arasında birtakım “ara
form”ların yaşadığı iddia edilir. Gerçekte tümüyle hayali olan bu
senaryoda dört temel “kategori” sayılır:
1— Australopithecines (Australopithecuslar)
2— Homo habilis
3— Homo erectus
4— Homo sapiens .
2— Homo habilis
3— Homo erectus
4— Homo sapiens .
Evrimciler, insanların sözde
ilk maymunsu atalarına “güney maymunu” anlamına gelen “Australopithecus”
ismini verirler. Bu canlılar gerçekte soyu tükenmiş eski bir maymun
türünden başka bir şey değildir. Australopithecuslar’ın çeşitli türleri
bulunur; bunların bazıları iri yapılı, bazıları ise daha küçük ve narin
yapılı maymunlardır.
İnsan evriminin bir sonraki safhasını da evrimciler,
“Homo” yani insan olarak sınıflandırırlar. İddiaya göre Homo serisindeki
canlılar, Australopithecuslar’dan daha gelişmiş canlılardır. Bu türün
evriminin en son aşamasında ise, Homo sapiens, yani günümüz modern
insanının oluştuğu öne sürülür.
E
E
vrimci yayınlarda ve ders kitaplarında yer alan ya da
medyada zaman zaman adı geçen “Java Adamı”, “Pekin Adamı”, “Lucy” gibi
fosiller de üstte saydığımız dört türden birine dahil edilirler. Bu
türlerin de kendi içlerinde alt türleri olduğu kabul edilir.
|
İLHAM KAYNAĞI TEK BİR ÇENE KEMİĞİ
İlk bulunan Ramapithecus fosili, iki parçadan oluşmuş eksik bir çeneden ibaretti (sağda). Ama evrimci çizerler, bu çene parçalarına dayanarak Ramapithecus’un ailesini ve yaşadığı hayali ortamı çizmekte hiçbir güçlük çekmemişlerdi. |
Ramapithecus gibi bir zamanların çok iddialı ara form adayları ise,
sıradan bir maymun olmalarının anlaşılması üzerine, insanın hayali soy
ağacından sessiz sedasız çıkarılmışlardır. David Pilbeam, “Humans Lose
an Early Ancestor”, Science, Nisan 1982, ss. 6-7.
Evrimciler “Australopithecines > Homo habilis >
Homo erectus > Homo sapiens” sıralamasını yazarken, bu türlerin her
birinin, bir sonrakinin atası olduğu izlenimini verirler. Oysa
paleoantropologların son bulguları, Australopithecines, Homo habilis ve
Homo erectus’un dünyanın farklı bölgelerinde aynı dönemlerde
yaşadıklarını göstermektedir. Dahası Homo erectus sınıflamasına ait
insanların bir bölümü çok modern zamanlara kadar yaşamışlar, Homo
sapiens neandertalensis ve Homo sapiens sapiens (modern insan) ile aynı
ortamda yanyana bulunmuşlardır. Bu ise elbette bu canlıların
birbirlerinin ataları oldukları iddiasının geçersizliğini açıkça ortaya
koymaktadır.
Özetle, tüm bilimsel bulgular ve araştırmalar,
evrimcilerin öne sürdükleri fosillerin bir evrim sürecini göstermediğini
ortaya çıkarmıştır. İnsanın ataları olarak öne sürülen fosillerin bir
kısmı maymun türlerine, bir kısmı da farklı insan ırklarına aittir.Peki
eldeki fosillerin hangileri insan, hangileri maymundur? Bunların
herhangi birisinin gerçekten bir “ara form” sayılabilmesi mümkün müdür?
Bu soruların cevabını görmek için, söz konusu kategorileri sırayla ele
alalım.
AUSTRALOPITHECUS :BİR MAYMUN TÜRÜ
İlk kategori olan Australopithecus “güney maymunu”
anlamına gelir. Bu canlıların ilk olarak Afrika’da 4 milyon yıl kadar
önce ortaya çıktıkları ve 1 milyon yıl öncesine kadar da yaşadıkları
sanılmaktadır. Australopithecuslar arasında bazı ayrımlar vardır.
Evrimciler en eski Australopithecus türünün A. afarensis olduğunu
varsayarlar. Bundan sonra ise, daha ince kemikli olan A. africanus ile,
ondan daha büyük kemiklere sahip olan A. robustus gelir. A. boisei bazı
araştırmacılara göre ayrı bir tür, bazılarına göre ise A. robustus’un
alt türü olarak kabul edilmektedir.
Australopithecus türlerinin tümü, günümüz maymunlarına
benzeyen soyu tükenmiş maymunlardır. Tümünün beyin hacimleri, günümüz
şempanzelerininkiyle aynı veya daha küçüktür. Ellerinde ve ayaklarında
günümüz maymunlarındaki gibi ağaçlara tırmanmaya yarayan çıkıntılar
mevcuttur ve ayakları dallara tutunmak için kavrayıcı özelliklere
sahiptir. Boyları kısadır (en fazla 130 cm.) ve aynı günümüz
maymunlarındaki gibi erkek Australopithecus dişisinden çok daha iridir.
Kafataslarındaki yüzlerce ayrıntı, birbirine yakın gözler, sivri azı
dişleri, çene yapısı, uzun kollar, kısa bacaklar gibi birçok özellik, bu
canlıların günümüz maymunlarından farklı olmadıklarını gösteren
delillerdir.
Bu konudaki evrimci iddia ise, Australopithecuslar’ın,
tam bir maymun anatomisine sahip olmalarına rağmen, diğer tüm
maymunların aksine, insanlar gibi dik olarak yürüdükleri tezidir. Söz
konusu “dik yürüme” iddiası, Richard Leakey, Donald Johanson gibi
evrimci paleoantropologların onyıllardır savundukları bir görüştür. Ama
pek çok bilim adamı, Australopithecus’un iskelet yapısı üzerinde sayısız
araştırma yapmış ve bu iddianın geçersizliğini ortaya koymuştur.
İngiltere ve ABD’den dünyaca ünlü iki anatomist, Lord Solly Zuckerman ve
Prof. Charles Oxnard’ın, Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları
çok geniş kapsamlı çalışmalar bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını,
günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket şekline sahip olduklarını
göstermiştir. İngiliz hükümetinin desteğiyle, beş uzmandan oluşan bir
ekiple bu canlıların kemiklerini on beş yıl boyunca inceleyen Lord
Zuckerman, kendisi de bir evrimci olmasına rağmen,
Australopithecuslar’ın sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve
kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır. Bu konudaki
araştırmalarıyla ünlü diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da
Australopithecuslar’ın iskelet yapılarını günümüz orangutanlarınınkine
benzetmektedir. Son olarak 1994 yılında İngiltere’deki Liverpool
Üniversitesi’nden bir ekip, Australopithecuslar’ın iskeleti ile ilgili
kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yapmıştır.
Vardıkları sonuç; “Australopithecuslar’ın dört ayaklı olduklarıdır.”
Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, “Implication of Early Hominid
Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion”,
Nature, Cilt 369, 23 Haziran 1994, ss. 645-648.
Kısacası Australopithecuslar, insanlarla hiçbir ilgisi olmayan, nesli tükenmiş bir maymun türünden başka bir şey değildirler.
HOMO HABİLİS:İNSAN YAPILMAK İSTENEN MAYMUN
Australopithecuslar’ın iskelet ve kafatası yapılarının
şempanzelerden neredeyse farksız oluşu ve canlıların dik yürüdükleri
iddiasının da sağlam kanıtlarla çürütülmesi, evrimci paleoantropologları
oldukça zor durumda bırakmıştır. Çünkü hayali evrim şemasında
Australopithecuslar’dan sonra Homo erectus gelir. Homo erectus, isminin
başındaki “Homo” yani “insan” teriminden de anlaşıldığı gibi bir insan
grubudur ve iskeleti de tamamen diktir. Kafatası hacmi
Australopithecuslar’ın iki katı kadardır. Şempanze benzeri bir maymun
türü Australopithecuslar’dan, modern insandan farksız bir iskelete sahip
olan Homo erectus’a geçmek ise, evrimci teoriye göre bile mümkün
değildir. Dolayısıyla “bağlantı”lar, yani “ara form”lar gerekir. İşte
Homo habilis kavramı, bu zorunluluktan doğmuştur.
Homo habilis sınıflandırması 1960′lı yıllarda ailece
“fosil avcısı” olan Leakey’ler tarafından ortaya atıldı. Leakey’lere
göre, Homo habilis olarak sınıflandırdıkları bu yeni tür canlı, dik
yürüme yeteneğine, göreceli olarak büyük bir beyin hacmine, taştan ve
tahtadan alet kullanma yeteneğine sahipti. Bu sebeple insanın atası
olabilirdi.
|
AUSTRALOPITHECUS – ŞEMPANZE BENZERLİĞİ
|
Oysa 80′li yılların ortalarından sonra bulunan aynı türe
ait yeni fosiller, bu görüşü tamamen değiştirecekti. Yeni bulunan
fosillere dayanan Bernard Wood ve Loring Brace gibi araştırmacılar,
bunların, “alet kullanabilen insan” anlamına gelen Homo habilis yerine,
“alet kullanabilen Güney Afrika maymunu” anlamına gelen Australopithecus
habilis olarak sınıflandırılması gerektiğini söylediler. Çünkü Homo
habilis, Australopithecus ismi verilen maymunlarla birçok ortak
özellikler taşıyordu. Aynı Australopithecus gibi uzun kollu, kısa
bacaklı ve maymunsu bir iskelet yapısına sahipti. El ve ayak parmakları
tırmanmaya uyumluydu. Çene yapıları tamamen günümüz maymunlarınınkine
benziyordu. 550 cc.’lik beyin hacimleri de bunların birer maymun
olduklarının en iyi göstergesiydi. Kısacası bazı evrimciler tarafından
ayrı bir tür olarak gösterilen Homo habilis, gerçekte tüm diğer
Australopithecuslar gibi bir maymun türüydü.
İlerleyen yıllarda yapılan araştırmalar, Homo habilis’in
gerçekten de Australopithecus’tan farklı bir canlı olmadığını ortaya
koydu. 1984 yılında Tim White tarafından bulunan OH 62 iskelet ve
kafatası fosili, bu türün günümüz maymunlarınınki gibi küçük beyin
hacmine, dallara tırmanmaya yarayan uzun kollara ve kısa bacaklara sahip
olduğunu gösterdi.
Amerikalı antropolog Holly Smith’in 1994 yılında yaptığı detaylı analizler de yine Homo habilis’in aslında “Homo” yani insan değil, maymun olduğunu gösterdi. Smith, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve Homo neandertalensis türlerinin dişleri üzerinde yaptığı analizler hakkında şöyle diyordu: Dişlerin gelişimi ve yapısı kriterine dayanarak yaptığımız analizler, Australopithecines ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduklarını, ancak Homo erectus ve Neandertal türlerinin modern insanlarla aynı yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
Amerikalı antropolog Holly Smith’in 1994 yılında yaptığı detaylı analizler de yine Homo habilis’in aslında “Homo” yani insan değil, maymun olduğunu gösterdi. Smith, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve Homo neandertalensis türlerinin dişleri üzerinde yaptığı analizler hakkında şöyle diyordu: Dişlerin gelişimi ve yapısı kriterine dayanarak yaptığımız analizler, Australopithecines ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduklarını, ancak Homo erectus ve Neandertal türlerinin modern insanlarla aynı yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
|
HOMO HABILIS: DİĞER BİR MAYMUN
|
Aynı yıl Fred Spoor, Bernard Wood ve Frans Zonneveld
adlı üç anatomi uzmanı çok farklı bir yöntemle yine aynı sonuca
ulaştılar. Bu yöntem, insan ve maymunların iç kulaklarında yer alan ve
denge sağlamaya yarayan yarı-çembersel kanalların karşılaştırmalı
analizine dayanıyordu. Dik yürüyen insanların kanalları ile, eğik
yürüyen maymunların kanalları birbirlerinden somut bazı farklılıklarla
ayrılıyorlardı. Spoor, Wood ve Zonneveld’in, inceledikleri tüm
Australopithecus ve dahası Homo habilis örneklerinin iç kulak kanalları
modern maymunlarınkiyle aynıydı. Homo erectus’un iç kulak kanalları ise,
aynı modern insanlardaki gibiydi.Bu bulgu çok önemli iki sonucu
göstermekteydi:
(1) Homo habilis adıyla anılan fosiller, gerçekte “Homo”
yani insan sınıflamalarına değil, Australopithecus (maymun)
sınıflamalarına dahildi.
(2) Hem Homo habilis hem de Australopithecus türleri,
eğik yürüyen, yani maymun iskeletine sahip canlılardı. İnsanlarla
ilgileri yoktu.
Homo Rudolfensis: Yanlış Yapıştırılan Yüz
Homo rudolfensis terimi, 1972 yılında bulunan birkaç
fosil parçasına verilen isimdir. Söz konusu fosil parçaları Kenya’daki
Rudolf nehri civarında bulunduğu için, bu fosilin temsil ettiği
varsayılan türe de Homo rudolfensis adı verilmiştir. Çoğu
paleoantropolog ise bu fosillerin aslında ayrı bir türe ait olmadığını,
Homo rudolfensis denen canlının da aslında bir Homo habilis, yani bir
maymun türü olduğunu kabul etmektedir.
Fosilleri bulan Richard Leakey, 2.8 milyon yıl yaş
biçtiği ve “KNM-ER 1470″ olarak adlandırdığı kafatasını antropoloji
tarihinin en büyük buluşu gibi tanıtmış ve büyük yankı uyandırmıştı.
Australopithecus gibi küçük bir kafatası hacmi olan, ancak insansı bir
yüze sahip bulunan canlı, Leakey’e göre, Australopithecus ile insan
arasındaki kayıp halkaydı. Ancak bir süre sonra anlaşılacaktı ki, KNM-ER
1470 kafatasının bilimsel dergilere kapak olan “insansı” yüzü, gerçekte
kafatası parçalarını birleştirirken yapılan -belki de kasıtlı-
hataların sonucuydu. İnsan yüzü anatomisi üzerinde çalışmalar yapan
Prof. Tim Bromage, 1992 yılında bilgisayar simülasyonları yardımıyla
ortaya çıkardığı bu gerçeği şöyle özetler:KNM-ER 1470′in
rekonstrüksiyonu yapılırken, yüz, aynı modern insanlarda olduğu gibi,
kafatasına neredeyse tam paralel bir biçimde inşa edilmişti. Oysa
yaptığımız incelemeler, yüzün kafatasına daha eğimli bir biçimde inşa
edilmiş olmasını gerektirmektedir. Bu ise aynı Australopithecus’da
gördüğümüz maymunsu yüz özelliğini meydana getirir.
|
Kulak Analizi Sonucu:
MAYMUNDAN İNSANA GEÇİŞ YOK |
|
İnsan ve maymunların iç kulaklarında yer alan
yarı-çembersel kanalların karşılaştırmalı analizi, insanın atası olarak
gösterilen canlıların gerçekte sıradan birer maymun olduğunu
göstermiştir. Australopithecus ve Homo habilis türleri maymun iç kulak
kanallarına, Homo erectus ise insan iç kulak kanalına sahiptir.
|
Bu konuda evrimci paleoantropolog J. E. Cronin de şöyle der:
Kaba olarak biçimlendirilmiş yüz, düşük kafatası genişliği ve büyük azı dişler gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470′in Australopithecus ile paylaştığı ilkel özelliklerdir… KNM-ER 1470, diğer erken Homo örnekleri gibi, öteki ince yapılı Australopithecuslar’la birçok yapısal ortak özellik taşır. Bu özellikler, diğer sonraki geç Homo örneklerinde (yani Homo erectus’ta) bulunmaz.
Kaba olarak biçimlendirilmiş yüz, düşük kafatası genişliği ve büyük azı dişler gibi ilkel özellikler, KNM-ER 1470′in Australopithecus ile paylaştığı ilkel özelliklerdir… KNM-ER 1470, diğer erken Homo örnekleri gibi, öteki ince yapılı Australopithecuslar’la birçok yapısal ortak özellik taşır. Bu özellikler, diğer sonraki geç Homo örneklerinde (yani Homo erectus’ta) bulunmaz.
Michigan Üniversitesi’nden C. Loring Brace ise çene ve
diş yapısı üzerinde yaptığı analizlerde 1470 kafatası hakkında yine aynı
sonuca varmıştır: “Çenenin büyüklüğü ve azı dişlerinin kapladığı yerin
genişliği, ER 1470′in tam anlamıyla bir Australopithecus yüz ve
dişlerine sahip olduğunu göstermektedir.”5 KNM-ER
1470 üzerinde en az Leakey kadar incelemede bulunmuş olan John Hopkins
Üniversitesi paleoantropoloğu Prof. Alan Walker da, bu canlının Homo
habilis ya da Homo rudolfensis gibi bir “Homo” yani insan türüne dahil
edilmemesi, aksine Australopithecus sınıfına sokulması gerektiğini
savunmaktadır. Alan Walker, Scientific American, vol 239 (2), 1978, s.
54.
Kısacası, Australopithecuslar ile Homo erectus arasında bir geçiş formu gibi gösterilmeye çalışılan Homo habilis ya da Homo rudolfensis gibi sınıflamalar tamamen hayalidir. Bu canlılar bugün çoğu araştırmacının kabul ettiği gibi, Australopithecus serisinin birer üyesidirler. Bütün anatomik özellikleri, bu canlıların birer maymun türü olduklarını göstermektedir.
Kısacası, Australopithecuslar ile Homo erectus arasında bir geçiş formu gibi gösterilmeye çalışılan Homo habilis ya da Homo rudolfensis gibi sınıflamalar tamamen hayalidir. Bu canlılar bugün çoğu araştırmacının kabul ettiği gibi, Australopithecus serisinin birer üyesidirler. Bütün anatomik özellikleri, bu canlıların birer maymun türü olduklarını göstermektedir.
Bu gerçek, Bernard Wood ve Mark Collard adlı iki evrimci
antropoloğun 1999 yılında Science dergisinde yayınlanan incelemeleriyle
daha da belirgin hale gelmiştir. Wood ve Collard, Homo habilis ve Homo
rudolfensis (Skull 1470 türü) kategorilerinin hayali olduğunu, aslında
bu kategorilere dahil edilen fosillerin Australopithecus sınıflaması
içinde incelenmesi gerektiğini şöyle açıklamışlardır:Daha yakın zamanda,
fosil türleri, mutlak beyin hacmi, dil yeteneği konusundaki çıkarımlar
ve el fonksiyonu ve taştan aletler yapma becerileri konusundaki kurgular
gibi temellere dayanılarak, Homo kategorisine dahil edilmiştir. Bir kaç
istisna haricinde, bu (Homo) cinsin insan evrimi içindeki tanımı ve
kullanımı ve Homo’nun sınırının belirlenişi, sanki sorunsuz bir olgu
gibi kabul edilmiştir. Ama… yeni bulgular, mevcut bulgulara getirilen
yeni yorumlar, ve paleoantropolojik kayıtlar üzerindeki kısıtlamalar,
sınıflamaları Homo cinsine dahil etmek için kullanılan kriterleri
geçersiz hale getirmektedir… Pratikte, fosilleşmiş hominid türleri, Homo
kategorisine, dört temel kriterden biri veya daha fazlasına göre dahil
edilmektedir… Oysa şimdi açık hale gelmiştir ki, bu kriterlerin hiç biri
tatminkar değildir. Kafatası hacmi problemlidir, çünkü mutlak beyin
kapasitesinin biyolojik bir önemi olduğu varsayımı tartışmalıdır. Aynı
şekilde, konuşma fonksiyonunun beynin genel görünümünden güvenilir
şekilde çıkarsanamayacağına dair oldukça tatmin edici kanıtlar vardır ve
beynin konuşma ile ilgili bölgelerinin, daha önceki çalışmaların ima
ettiğinin aksine lokalize olmadığına dair kanıtlar vardır…
Bir başka deyişle, H. habilis ve H. rudolfensis’e ait
fosil bulgular eklendiğinde, Homo cinsi iyi bir cins değildir.
Dolayısıyla, H. habilis ve H. rudolfensis, Homo cinsinden
çıkarılmalıdır… Şu an için, hem H. habilis’in hem de H. rudolfensis’in
Australopithecus cinsine geçirilmesini öneriyoruz. Bernard Wood, Mark
Collard, “The Human Genus”, Science, vol 284, No 5411, 2 April 1999, pp.
65-71.
Wood ve Collard’ın vardığı sonuç, anlattığımız gerçeği
doğrulamaktadır: Tarihte “ilkel insan ataları” yoktur. Bu şekilde
gösterilen canlılar, gerçekte Australopithecus kategorisine dahil
edilmeleri gereken maymunlardır. Fosil kayıtları, bu soyu tükenmiş
maymunlar ile, fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkan Homo yani insan
türü arasında hiç bir evrimsel ilişki olmadığını göstermektedir.
HOMO ERECTUS VE SONRASI: GERÇEK İNSANLAR
Evrimcilerin hayali şemasına göre Homo türünün kendi
içindeki evrimi şöyledir: Önce Homo erectus, sonra Homo sapiens archaic
ve Neandertal insanı, sonra da Cro-magnon Adamı ve günümüz insanı… Oysa
bu sınıflamaların hepsi, gerçekte sadece özgün insan ırklarıdır.
Aralarındaki fark, bir eskimo ile bir zenci ya da bir pigme ile Avrupalı
arasındaki farktan daha büyük değildir. Öncelikle evrimcilerin en ilkel
tür saydıkları Homo erectus’u inceleyelim. “Erect” terimi “dik”
demektir. Homo erectus ise “dik yürüyen insan” anlamına gelir.
Evrimciler bu insanları, “erect” sıfatı ile öncekilerden ayırmak zorunda
kalmışlardır. Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosilleri, Australopithecus
ya da Homo habilis örneğinde görülmediği kadar diktir. Modern insanın
iskeleti ile Homo erectus iskeleti arasında hiçbir fark yoktur.
Evrimcilerin Homo erectus’u “ilkel” saymaktaki en önemli
dayanakları ise, kafatası hacminin (900-1100 cc.) modern insanın
ortalamasından küçüklüğü ve kalın kaş çıkıntılarıdır. Oysa bugün de
dünyada Homo erectus’la aynı kafatası ortalamasında pek çok insan
yaşamaktadır (örneğin pigmeler) ve bugün de çeşitli ırklarda kaş
çıkıntıları vardır (örneğin Avusturalya yerlileri Aborijinler’de).
Kafatası hacmi farklılığının zeka ve beceri yönünden
hiçbir fark oluşturmadığı ise bilinen bir gerçektir. Zeka, beynin
hacmine göre değil, beynin kendi içindeki organizasyonuna göre değişir..
Homo erectus’u dünyaya tanıtan fosiller, her ikisi de Asya’da bulunan Pekin Adamı ve Java Adamı fosilleriydi. Ancak zamanla bu iki kalıntının da güvenilir olmadıkları anlaşıldı. Pekin Adamı, sadece alçıdan yapılmış ve aslı kaybolmuş modellerden ibaretti, Java Adamı ise bir kafatası parçası ile, ondan metrelerce uzakta bulunmuş bir leğen kemiğinden oluşuyordu ve bunların aynı canlıya ait olduğuna dair hiçbir gösterge yoktu. Bu nedenle Afrika’da bulunan Homo erectus fosilleri giderek daha fazla önem kazandı. (Bu arada, Homo erectus olarak tanımlanan fosillerin bir kısmının, bazı evrimciler tarafından “Homo ergaster” adlı ikinci bir sınıflamaya dahil edildiğini de belirtmek gerekir. Bu konuda aralarında anlaşmazlık vardır. Biz söz konusu fosillerin hepsini Homo erectus sınıflaması içinde ele alacağız.)
Homo erectus’u dünyaya tanıtan fosiller, her ikisi de Asya’da bulunan Pekin Adamı ve Java Adamı fosilleriydi. Ancak zamanla bu iki kalıntının da güvenilir olmadıkları anlaşıldı. Pekin Adamı, sadece alçıdan yapılmış ve aslı kaybolmuş modellerden ibaretti, Java Adamı ise bir kafatası parçası ile, ondan metrelerce uzakta bulunmuş bir leğen kemiğinden oluşuyordu ve bunların aynı canlıya ait olduğuna dair hiçbir gösterge yoktu. Bu nedenle Afrika’da bulunan Homo erectus fosilleri giderek daha fazla önem kazandı. (Bu arada, Homo erectus olarak tanımlanan fosillerin bir kısmının, bazı evrimciler tarafından “Homo ergaster” adlı ikinci bir sınıflamaya dahil edildiğini de belirtmek gerekir. Bu konuda aralarında anlaşmazlık vardır. Biz söz konusu fosillerin hepsini Homo erectus sınıflaması içinde ele alacağız.)
Afrika’da bulunan Homo erectus örneklerinin en ünlüsü,
Kenya’daki Turkana Gölü yakınlarında bulunan “Narikotome homo erectus”
ya da “Turkana Çocuğu” fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12 yaşında bir
çocuk olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 boyunda olacağı
saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanından farksızdır.
Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, “ortalama bir patolojistin bu
fosilin iskeletiyle, bir modern insan iskeletini birbirinden ayırmasının
çok güç olduğunu” söyler.9 Walker kafatası için de, “bir Neandertal kafatasına aşırı derecede benzediğini” söylemektedir.10 Neandertaller
biraz sonra inceleyeceğimiz gibi günümüz insanın bir ırkıdırlar.
Dolayısıyla Homo erectus da yine günümüz insanın bir ırkıdır. Nitekim
evrimci Richard Leakey bile Homo erectus’un günümüz insanı ile olan
farklılığının ırksal farklılıktan öte bir anlam taşımadığını şöyle ifade
eder:
|
700 BİN YILLIK GEMİ MÜHENDİSLERİ
|
|
|
Herhangi bir kişi farklılıkları farkedebilir:
Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kaş çıkıntısının kabalığı vs. Ancak bu
farklılıklar bugün değişik coğrafyalarda yaşamakta olan insan ırklarının
birbirleri arasındaki farklılıklardan daha fazla değildir. Böyle bir
varyasyon, topluluklar birbirlerinden uzun zaman aralıklarında ayrı
tutuldukları zaman ortaya çıkar.
Connecticut Üniversitesi’nden Prof. William Laughlin,
Eskimolar ve Aleut Adaları insanları üzerinde uzun yıllar anatomik
incelemeler yapmış ve bu insanlar ile Homo erectus’un şaşırtıcı derecede
birbirlerine benzediklerini görmüştür. Laughlin’in vardığı sonuç, tüm
bu ırkların gerçekte Homo sapiens türüne (modern insana) ait farklı
ırklar olduğudur: Hepsi Homo sapiens türüne
ait olan Eskimolar ve Avusturalya yerlileri gibi uzak gruplar arasındaki
büyük farklılıkları dikkate aldığımızda, Homo erectus’un da kendi
içinde farklılıklar taşıyan bu türe (Homo sapiens’e) ait olduğu sonucuna
varmak çok mantıklı gözükmektedir. Marvin Lubenow, Bones of Contention,
Grand Rapids, Baker, 1992. s. 136.
Homo erectus’un yapay bir sınıflama olduğu, Homo erectus
kategorisine dahil edilen fosillerin gerçekte Homo sapiens’ten ayrı bir
tür sayılacak kadar farklılık taşımadığı, son yıllarda bilim dünyasında
giderek daha fazla dile getirilmektedir. American Scientist dergisinde,
bu konudaki tartışmalar ve 2000 yılında bu konuda yapılan bir
konferansın sonucu şöyle özetlenmektedir:
Senckenberg konferansına katılanların çoğu, Michigan Üniversitesi’nden Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi’nden Alan Thorne ve meslektaşları tarafından başlatılan ve Homo erectus’un taksonomik statüsünü ele alan ateşli tartışmaya dahil oldular. Bunlar (Wolpoff ve Thorn) güçlü bir şekilde, Homo erectus’un bir tür olarak geçerliliğinin bulunmadığını, tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savundular. Homo cinsinin tüm üyeleri, 2 milyon yıl öncesinden günümüze kadar, varyasyona oldukça açık ve geniş alanlara yayılmış tek bir tür, yani Homo sapiens türüydü onlara göre, ve bu tür içinde doğal kırılmalar ve alt bölünmeler bulunmuyordu. Konferansın konusu, Homo erectus’un var olmadığıydı. ( Pat Shipman, “Doubting Dmanisi”, American Scientist, November- December 2000, p. 491)
Senckenberg konferansına katılanların çoğu, Michigan Üniversitesi’nden Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi’nden Alan Thorne ve meslektaşları tarafından başlatılan ve Homo erectus’un taksonomik statüsünü ele alan ateşli tartışmaya dahil oldular. Bunlar (Wolpoff ve Thorn) güçlü bir şekilde, Homo erectus’un bir tür olarak geçerliliğinin bulunmadığını, tamamen ortadan kaldırılması gerektiğini savundular. Homo cinsinin tüm üyeleri, 2 milyon yıl öncesinden günümüze kadar, varyasyona oldukça açık ve geniş alanlara yayılmış tek bir tür, yani Homo sapiens türüydü onlara göre, ve bu tür içinde doğal kırılmalar ve alt bölünmeler bulunmuyordu. Konferansın konusu, Homo erectus’un var olmadığıydı. ( Pat Shipman, “Doubting Dmanisi”, American Scientist, November- December 2000, p. 491)
|
HOMO ERECTUS: GERÇEK İNSAN
Tüm bu farklı Homo erectus fosillerinin kafatası hacimleri 900 ile 1100 cc. arasında değişir. Bu değerler, günümüz insanının beyin hacminin sınırları içindedir. Yandaki KNM-WT 15000 ya da bir başka adıyla Turkana Çocuğu iskeleti, bugüne kadar bulunmuş belki de en eski ve en eksiksiz insan kalıntısıdır. 1.6 milyon yıl yaşında olduğu söylenen fosil üzerinde yapılan araştırmalar, bunun 12 yaşında bir bireye ait olduğunu ve bu kişinin boyunun yetişkinliğe ulaşınca 1.80 cm civarında olacağını göstermiştir. Neandertal ırkı insanına büyük benzerlik gösteren bu fosil, sinsanın evirim hikayesini yalanlayan en çarpıcı delillerden biridir. Evrimci Donald Johanson bu fosili şöyle tarif eder:”Uzun ve zayıftı. Vücut şekli ve uzuvlarının oranları bugünkü Ekvator Afrikalılarınkiyle aynıydı. Uzuvlarının ölçüleri, bugün yetişkin beyaz Kuzey Amerikalılarla tamamen uyuşuyordu.” |
“Homo erectus yok” demek, “Homo erectus, Homo
sapiens’ten farklı bir tür değil, Homo sapiens içindeki bir ırk”
anlamına gelmektedir. Bir insan ırkı olan Homo erectus ile “insanın
evrimi” senaryosunda kendisinden önce gelen maymunlar (Australopithecus,
Homo habilis, Homo rudolfensis) arasında ise büyük bir uçurum vardır.
Yani fosil kayıtlarında beliren ilk insanlar, evrim süreci olmadan, aynı
anda ve aniden ortaya çıkmışlardır. Bu onların yaratılmış olduklarının
çok açık bir göstergesidir.
Ancak bu gerçeği kabul etmek, evrimcilerin dogmatik
felsefelerine ve ideolojilerine aykırıdır. Bu nedenle, özgün bir insan
ırkı olan Homo erectus’u yarı-maymun bir canlı gibi göstermeye
çalışırlar. Yaptıkları Homo erectus rekonstrüksiyonlarında, ısrarla
maymunsu hatlar çizerler. Öte yandan da Australopithecus ya da Homo
habilis gibi maymunları yine aynı yöntemle “insansı”laştırırlar. Bu
yöntemle maymunları ve insanları birbirlerine “yaklaştırıp” bu iki
apayrı canlı grubunun arasındaki uçurumu küçültmeye çalışmaktadırlar.
Neandertaller: İri Yapılı Bir İnsan Irkı
Neandertaller: İri Yapılı Bir İnsan Irkı
|
SAHTE MASKELER:Evrimciler günümüz insanından hiçbir önemli farkları olmayan Neandertaller’e sahte çizimlerle kasıtlı olarak maymunsu bir görünüm verirler. |
Neandertaller bundan 100 bin yıl önce Avrupa’da aniden
ortaya çıkmış ve yaklaşık 35 bin yıl önce de yine hızlı ve sessiz bir
biçimde yok olmuş -ya da diğer ırklarla karışarak asimile olmuş-
insanlardır. Günümüz insanından tek farkları, iskeletlerinin biraz daha
güçlü ve kafatası ortalamalarının biraz daha yüksek olmasıdır.
Neandertaller bir insan ırkıdır ve bugün artık bu gerçek
hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Evrimciler bu insanları
“ilkel bir tür” olarak göstermek için çok çabalamışlar, ama bütün
bulgular Neandertal insanının bugün sokakta yürüyen herhangi bir
“yapılı” insandan daha farklı olmadığını göstermiştir. Bu konuda önde
gelen bir otorite sayılan New Mexico Üniversitesi’nden paleoantropolog
Erik Trinkaus şöyle yazar: Neandertal kalıntıları ve modern insan
kemikleri arasında yapılan ayrıntılı karşılaştırmalar göstermektedir ki,
Neandertaller’in anatomisinde, ya da hareket, alet kullanımı, zeka
seviyesi veya konuşma kabiliyeti gibi özelliklerinde modern insanlardan
aşağı sayılabilecek hiçbir şey yoktur. Erik Trinkaus, “Hard Times Among
the Neanderthals”, Natural History, cilt 87, Aralık 1978, s. 10; R. L.
Holloway, “The Neanderthal Brain: What Was Primitive”, American Journal
of Physical Anthropology Supplement, Cilt 12, 1991, s. 94.
Bu nedenle günümüzde birçok araştırmacı, Neandertal
insanını günümüz insanının bir alt türü olarak tanımlayarak “Homo
sapiens neandertalensis” demektedir. Bulgular, Neandertaller’in
ölülerini gömdüklerini, çeşitli müzik aletleri yaptıklarını ve aynı
dönemde yaşamış Homo sapiens sapienslerle beraber, gelişmiş bir kültürü
paylaştıklarını açıkça göstermektedir. Kısacası Neandertaller, sadece
zamanla ortadan kaybolmuş “yapılı” bir insan ırkıdır.
Homo Sapiens Archaic, Homo Heilderbergensis ve Cro-Magnon
Homo Sapiens Archaic, Homo Heilderbergensis ve Cro-Magnon
Homo sapiens archaic, hayali evrim şemasının günümüz
insanından bir önceki basamağını oluşturur. Aslında bu insanlar hakkında
evrimciler açısından söylenecek bir şey yoktur, zira bunlar günümüz
insanından ancak çok küçük farklılıklarla ayrılırlar. Hatta bazı
araştırmacılar, bu ırkın temsilcilerinin günümüzde hala yaşamakta
olduklarını söyleyerek Avustralyalı Aborijin yerlilerini örnek
gösterirler. Aborijin yerlileri de aynı bu ırk gibi kalın kaş
çıkıntılarına, içeri doğru eğik bir çene yapısına ve biraz daha küçük
bir beyin hacmine sahiptirler. Ayrıca çok yakın bir geçmişte
Macaristan’da ve İtalya’nın bazı köylerinde bu insanların yaşamış
olduklarına dair çok ciddi bulgular ele geçirilmiştir.
|
NEANDERTALLER: İRİ YAPILI İNSANLAR
|
Evrimci literatürde Homo heilderbergensis olarak
tanımlanan sınıflandırma ise, aslında Homo sapiens archaic’le aynı
şeydir. Aynı insan ırkını tanımlamak için bu iki ayrı kavramın da
kullanılmasının nedeni, evrimciler arasındaki görüş farklılıklarıdır.
Homo heilderbergensis sınıflamasına dahil edilen tüm fosiller ise,
anatomik olarak günümüz Avrupalı’larına çok benzeyen insanların
günümüzden 500 bin, hatta 740 bin yıl önce İngiltere’de ve İspanya’da
yaşadıklarını göstermektedir.
Cro-magnon sınıflaması ise, 30.000 yıl önceye kadar
yaşadığı tahmin edilen bir ırktır. Kubbe şeklinde bir kafatasına, geniş
bir alna sahiptir. 1600 cc.’lik kafatası hacmi, günümüz insanının
ortalamasından fazladır. Kafatasında kalın kaş çıkıntıları vardır ve
arka kısımda, Neandertal adamının ve Homo erectus’un karakteristik
özelliği olan kemiksi çıkıntı bulunmaktadır.
Avrupalı bir ırk olarak kabul edilmesine karşın, Cro-Magnon kafatasının yapısı ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik iklimlerde yaşayan bazı ırklara fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerliğe dayanarak, Cro-Magnon’un Afrika kökenli eski bir ırk olduğu tahmin edilir. Diğer bazı paleoantropolojik bulgular, Cro-magnon ve Neandertal ırklarının birbirleri ile kaynaşarak, günümüzdeki bazı ırklara temel oluşturduklarını göstermektedir. Dahası günümüzde Cro-magnon ırkına benzer etnik grupların Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ve Fransa’nın Salute ve Dordonya bölgelerinde hala yaşadığı kabul edilmektedir. Polonya ve Macaristan’da da aynı özelliklere sahip insanlara rastlanmıştır.
Avrupalı bir ırk olarak kabul edilmesine karşın, Cro-Magnon kafatasının yapısı ve hacmi, günümüzde Afrika ve tropik iklimlerde yaşayan bazı ırklara fazlasıyla benzemektedir. Bu benzerliğe dayanarak, Cro-Magnon’un Afrika kökenli eski bir ırk olduğu tahmin edilir. Diğer bazı paleoantropolojik bulgular, Cro-magnon ve Neandertal ırklarının birbirleri ile kaynaşarak, günümüzdeki bazı ırklara temel oluşturduklarını göstermektedir. Dahası günümüzde Cro-magnon ırkına benzer etnik grupların Afrika kıtasının farklı bölgelerinde ve Fransa’nın Salute ve Dordonya bölgelerinde hala yaşadığı kabul edilmektedir. Polonya ve Macaristan’da da aynı özelliklere sahip insanlara rastlanmıştır.
Atalarıyla Aynı Anda Yaşayan Türler!…
Şimdiye kadar incelediklerimiz bize açık bir tablo
oluşturdu: “İnsanın evrimi” senaryosu tümüyle hayali bir kurgudur. Çünkü
böyle bir soy ağacının var olması için, maymunlardan insanlara aşamalı
bir evrim yaşanmış ve bunun fosillerinin bulunmuş olması gerekir. Oysa
maymunlarla insanlar arasında açık bir uçurum vardır. İskelet yapıları,
kafatası hacimleri, dik ya da eğik yürüme kriterleri gibi özellikler,
insan ile maymunun arasını açıkça ayırmaktadır. (1994 yılında iç
kulaktaki denge kanalları üzerinde yapılan incelemelerin de
Australopithecus ve Homo habilis’i maymun sınıfına, Homo erectus’u ise
insan sınıfına ayırdığına değinmiştik.).
|
26 BİN YILLIK İĞNE
Neandertal insanının günümüzden onbinlerce yıl
önce giyim-kuşam bilgisine sahip olduğunu gösteren ilginç bir fosil: 26
bin senelik iğne. (D.Johanson, B. Edgar. From Lucy to Language. s.99)
|
Bu farklı türler arasında bir soy ağacı olamayacağını
gösteren çok önemli bir başka bulgu ise, birbirlerinin atası olarak
gösterilen türlerin aynı anda ve birarada yaşamış olmalarıdır! Eğer
evrimcilerin iddia ettiği gibi Australopithecuslar zamanla Homo
habilis’e, onlar da zamanla Homo erectus’a dönüşmüş olsalardı, bu
türlerin yaşadıkları dönemlerin de birbirini izlemesi gerekirdi. Oysa
aksine, böyle bir kronolojik sıralama yoktur.
Evrimcilerin kendi hesaplamalarına göre,
Australopithecuslar 4 milyon yıl öncesinden 1 milyon yıl öncesine kadar
yaşamışlardır. Homo habilis olarak sınıflandırılan canlıların ise
1,7-1,9 milyon yıl öncesinde yaşadığı hesaplanmaktadır. Homo habilis’ten
daha “ileri” olduğu söylenen Homo rudolfensis için biçilen yaş ise,
2,5-2,8 milyon yıl kadar eskidir! Yani Homo rudolfensis, “atası” olması
gereken Homo habilis’ten neredeyse 1 milyon yıl daha yaşlıdır. Öte
yandan Homo erectus’un yaşı 1,6-1,8 milyon yıl kadar geri gitmektedir.
Yani Homo erectus örnekleri de, sözde ataları olan Homo habilis
sınıflamasıyla yaklaşık aynı zaman diliminde ortaya çıkmışlardır. Alan
Walker, “Doğu Afrika’da Australopithecus bireyleri ile Homo habilis ve
Homo erectus türlerinin aynı anda yaşadıklarına dair kesin deliller
vardır” diyerek bu gerçeği doğrular. Alan Walker, Science, cilt 207,
1980, s. 1103.
Louis Leakey, Olduvai Gorge bölgesindeki Bed II
katmanında Australopithecus, Homo habilis ve Homo erectus fosillerini
neredeyse yanyana bulmuştur.Elbette böyle bir soy ağacı olamaz. Harvard
Üniversitesi paleontologlarından Stephen Jay Gould, kendisi de bir
evrimci olmasına karşın, Darwinist teorinin içine girdiği bu çıkmazı
şöyle açıklar:
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler. S. J. Gould, Natural History, Cilt 85, 1976, s. 30.
Eğer birbiri ile paralel bir biçimde yaşayan üç farklı hominid (insanımsı) çizgisi varsa, o halde bizim soy ağacımıza ne oldu? Açıktır ki bunların biri diğerinden gelmiş olamaz. Dahası, biri diğeriyle karşılaştırıldığında evrimsel bir gelişme trendi göstermemektedirler. S. J. Gould, Natural History, Cilt 85, 1976, s. 30.
Homo erectus’tan Homo sapiens’e doğru ilerlediğimizde de
yine ortada bir soyağacı olmadığını görürüz. Homo erectus’un ve Homo
sapiens archaic’in günümüzden 27.000 yıl öncesine hatta 10.000 yıl
öncesine kadar yaşamlarını sürdürmüş olduklarını gösteren bulgular
vardır. Avustralya’da Kow Bataklığı’nda 13 bin yıllık, Java Adası’nda
ise 27 bin yıllık Homo erectus kafatasları bulunmuştur.
HOMO SAPIENS’İN GİZLİ TARİHİ
Tüm bu incelediklerimizin yanında, hayali evrim soy
ağacını temelinden yıkan en önemli ve şaşırtıcı gerçek ise, Homo
sapiens’in, yani modern insanın tarihinin hiç umulmadık kadar geriye
gitmesidir. Paleontolojik bulgular, bundan neredeyse bir milyon yıl
öncesinde, bize tıpatıp benzeyen Homo sapiens insanlarının yaşadığını
göstermektedir.Bu konudaki ilk bulgular, ünlü evrimci paleoantropolog
Louis Leakey’e aitti. Leakey, 1932 yılında Kenya’daki Victoria gölü
yakınlarındaki Kanjera bölgesinde anatomik olarak modern insandan farkı
olmayan, Orta Pleistosen devrine ait birkaç tane fosil buldu. Ancak Orta
Pleistosen devri, bundan bir milyon yıl öncesi demekti.Bu bulgular
evrim soy ağacını tepetaklak ettiği için diğer bazı evrimci
paleoantropologlar tarafından reddedildi. Ama Leakey, hesaplarının doğru
olduğunu her zaman için savundu.
|
|
Evrimci literatürün en popüler dergilerinden biri olan Discover, Aralık 97 sayısında, 800 bin yıllık insan yüzünü kapaktan vererek, evrimcilerin, “bizim geçmişimize ait yüz bu mu?” şeklindeki hayret ifadesini başlık yapmıştı. |
Bu tartışma unutulmaya başlamıştı ki, 1995 yılında İspanya’da bulunan
bir fosil, Homo sapiens’in tarihinin sanıldığından çok daha eski
olduğunu çok çarpıcı bir biçimde ortaya çıkardı. Söz konusu fosil,
Madrid Üniversitesi’nden üç İspanyol paleoantropolog tarafından
İspanya’daki Atapuerca adı verilen bölgedeki Gran Dolina mağarasında
bulundu. Fosil, günümüz insanıyla tamamen aynı görünüme sahip 11
yaşındaki bir çocuğa ait bir insan yüzüydü. Ancak çocuk öleli tam 800
bin yıl olmuştu. Discover dergisi, Aralık 1997 sayısında, konuya geniş
yer verdi.
Bu fosil, Gran Dolina araştırma ekibinin başı Arsuaga
Ferreras’ın bile insanın evrimi hakkındaki inançlarını sarsmıştı.
Ferreras, şöyle diyordu:Büyük, geniş, şişkin, yani anlayacağınız ilkel
bir şeyle karşılaşmayı umuyorduk. 800.000 yıl yaşındaki bir çocuktan
beklentimiz, Turkana Çocuğu gibi bir şey olmasıydı. Ama bizim bulduğumuz
bütünüyle modern bir yüzdü… Bunlar sizi sarsan türden şeyler: Fosil
bulmak değil, tamam fosil bulmak da beklenmedik ve güzel bir olay.
Fakat, en etkileyici olanı bugüne ait olduğunu düşündüğünüz birşeyi
geçmişte bulmanız. Bu bir anlamda, Gran Dolina’da kasetçalar bulmak gibi
birşey. Böyle birşey çok şaşırtıcı olurdu elbette. Alt Pleistosen
tabakalarında teypler, kasetler bulmayı beklemiyoruz, ancak 800 bin
yıllık “modern” bir yüz bulmak da bunun gibi bir şey. Onu gördüğümüzde
çok şaşırmıştık. “Is This The Face of Our Past”, Discover, Aralık 1997,
s. 97-100.
Bu fosil Homo sapiens’in tarihinin 800 bin yıl kadar
geriye götürülmesi gerektiğine işaret ediyordu. Ama fosili bulan
evrimciler, ilk şoku atlattıktan sonra, bu fosilin başka bir türe ait
olduğuna karar verdiler. Çünkü evrim soy ağacına göre 800 bin yıl önce
Homo sapiens’in yaşamamış olması gerekiyordu. Bu yüzden “Homo
antecessor” adlı hayali bir tür oluşturdular ve Atapuerca kafatasını bu
sıralamaya dahil ettiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder